Adolf HİTLER
“Asla bir korkak
olmadım!”
1918’de Çekoslovakya Cumhuriyeti ilan edildiğinde, ülke sınırları içerisinde, küçümsenemeyecek sayıda, Almanca konuşan bir topluluk vardı. Bu topluluğunun yaşadığı bölge Südetler (Sudetenland) olarak biliniyordu. Almanca konuşan Südetler’deki azınlık, Adolf Hitler’in, ‘Ein Volk - Ein Reich - Ein Führer’ (Tek Millet-Tek Devlet-Tek Lider) şeklindeki rüyasını gerçekleştirmek için mükemmel bir bahane oldu.
Hitler 1938 Eylül’ünde tüm dikkatini, 3 milyon kadar Almanın yaşadığı bu bölgeye çevirmişti. Özetle, Südetler bölgesinin Almanya’ya devredilmesi gerektiğini, bu gerçekleşirse, Avrupa’da başka bir toprak talebi olmayacağını söylüyordu. Südetler bölgesindeki Sudeten Deutsche Partei’yi (Südet Alman Partisi) ve gizlice kurdurduğu ekipleri manipüle ederek bölgeyi karıştırdı. Südet Almanları, Hitler’in iddialı ve kucaklayıcı söylemlerinden etkilenerek protesto gösterilerine giriştiler. Çek polisi olaylara müdahale etmek zorunda kaldı. Hitler bu gelişmelerden istifade etmekte gecikmedi ve müdahale esnasında 300 Almanın öldürüldüğünü iddia etti. İddiasının aslı astarı yoktu ama Hitler, müdahale için bahane arıyordu.
22 Eylül 1938’de İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain, Hitler ile görüşmek üzere Münih’e gitti. Bu görüşmede Hitler, Chamberlain’a bir ültimatom vererek, Südetler’in Almanya’ya devredilmesini istedi. Fakat Chamberlain, Çekoslovakya’nın kurucularından Dr. Beneş’i bu çözüme ikna edemedi. Bu kez Almanya doğrudan Çeklere bir ültimatom vererek, sorunun 28 Eylül gecesine kadar çözülmesini istedi ve birliklerini Alman-Çek sınırına yığmaya başladı.
Kaynak: Associated Press
Çek ordusu ise kendi ülkesini savunmaya hazırlanıyordu. Bu arada Fransız birlikleri de alarma geçti. Savaş kaçınılmaz görünüyordu. Bu durum Fransa, İngiltere ve Çekoslovakya arasında hızlı bir diplomatik trafiğe sebep oldu. Chamberlain, Hitler’den bir kez daha görüşmeye yanaşmasını istedi. İşgali 48 saat erteleyen Hitler, konuyu masaya yatırmak için İngiltere ve Fransa Başbakanları ile İtalyan diktatörü Mussolini’yi Münih’e çağırdı. Büyük güçler arasındaki sinir savaşının mezesi olan Çekoslovakya’dan ise hiç kimse davet edilmemişti!
29 Eylül 1938’de imzalanan Münih Antlaşması ile Hitler’in isteklerine boyun eğildi. Südetler, Almanya’nın olmuştu. Bir gün sonra ülkesine dönen Chamberlain, coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandı. Varılan antlaşmayı ‘zamanımızın barışı’ olarak lanse eden Chamberlain’a göre, Avrupa, bir savaşın eşiğinden dönmüştü! Chamberlain’in 1930’larda Hitler’e karşı izlediği Yatıştırma Politikası (Appeasement Policy) çok eleştiri alsa da işin aslı şuydu: Ne İngiltere’nin ne de Fransa’nın, giderek kabına sığmayan ve Versailles Antlaşması’nın sınırlamalarından kurtulmak için bahane arayan Almanya’nın karşısına çıkacak durumu vardı!
Avrupa rahat bir nefes aldığını düşünüyordu. Zira Hitler, başka bir toprak meselesini gündeme getirmeyeceğine söz vermişti. Ama bir sürpriz yaptı ve Münih Antlaşması’nı ‘değersiz bir paçavra’ diye niteleyerek 1 Eylül 1939’da Polonya’yı işgal etti. Fransa ve İngiltere iki gün sonra Almanya’ya savaş ilan etti. İkinci Dünya Savaşı başlamış, Hitler dünyayı faka bastırmıştı!
Başlattığı savaşla 27 milyon asker ve 25 milyon sivilin ölümüne, tam 4 trilyon doların savaşlarda harcanmasına sebep olan bu çılgın diktatör, 26 Eylül 1938’de Berlin’deki Sportspalast’da yaptığı ateşli konuşmada gözünü kan bürüdüğünü net bir şekilde dile getiriyor ve Alman halkına topyekûn bir savaşa hazırlanmaları gerektiğini ima ediyordu. Dönemin politikacılarının bu cüretkâr konuşmayı yeteri kadar iyi analiz edememesi, tüm dünyaya oldukça pahalıya patlayacaktı!
Hitler işte o tarihî konuşmada, gelecek kanlı yılların haberini veriyordu.
“Şimdi çözülmesi gereken ve çözülecek olan son sorunla karşı karşıyayız. Bu Avrupa’dan yapacağım, asla vazgeçmeyeceğim ve de Tanrı’nın izniyle yerine getirilmesini temin edeceğim son toprak talebi olacak. Bu sorunun geçmişi şudur: 1918’de ‘halkların kendi kaderlerini tayin hakkı’ ikliminde Orta Avrupa, devlet adamı olarak isimlendirilen bazı aptallar tarafından parçalanarak yeniden şekillendirildi.
Bu halkların kökenleri, ulusal beklentileri, ekonomik gereksinimleri göz önünde bulundurulmadan, Orta Avrupa parçalandı ve zorla yeni devletler türetildi. İşte Çekoslovakya da varlığını bu sürece borçlu.
Bu Çek devleti, hayatına tek bir yalanla başladı. Bu yalanın mucidi Beneş isimli bir adamdı. Bu Bay Beneş, Versailles Anlaşması esnasında ortaya çıkarak ilk etapta dinleyicilerini bir Çekoslovak ulusu olduğuna inandırdı.
Kendi yurttaşlarına daha geniş topraklar kazandırmak ve kendini haklı çıkarmak için bu yalanı icat etmek zorunda kalmıştı. Sonuç olarak bu Bay Beneş sayesinde Çekler, Slovakya’yı işgal etti. Daha sonra bu ülke yeterli görülmediği için olsa gerek, self-determinasyon haklarını ihlal ederek ve kendi kaderlerini belirleme iradelerini göz ardı ederek, üç buçuk milyon Almanı da kendi topraklarına dahil ettiler.
Daha sonra bu bile yeterli olmadığından olsa gerek, bir milyondan fazla Macarı, ardından Karpat Ruslarını ve son olarak da yüz binlerce Polonyalıyı topraklarına dahil etmek zorunda kaldılar. İşte hakları çiğnenmiş ulusların tartışılmaz iradelerine karşı gelinerek, self-determinasyon haklarının bariz bir şekilde çiğnenmesiyle oluşturulmuş bu devlet, daha sonradan Çekoslovakya olarak isimlendirilen devlettir.
Şimdi size burada seslenirken, doğal olarak tüm bu baskı altına alınmış halkların kaderlerine yönelik bir sempati de besliyorum. Slovaklara, Polonyalılara, Macarlara ve Ukraynalılara karşı sempati besliyorum. Bununla birlikte doğal olarak sadece Alman vatandaşlarım ve onların kaderi adına konuşuyorum.
Bay Beneş o zaman bir dolu yalanla bu ülkeyi kurduğunda, sağduyulu devlet adamları gibi, İsviçre modelinden hareketle onu kantonlara ayıracağına dair açık bir söz vermişti. Ama hepimiz bu kanton sistemi sorununu nasıl çözdüğünü biliyoruz: Bir terör rejimi başlatarak!
Almanlar haklarının ihlal edilmesini protesto etmeye başladıklarında, üzerlerine ateş açıldı ve o zamandan bu yana bir imha savaşı devam ediyor.
Çekoslovakya’daki bu ‘barışçı’ kalkınma yılları boyunca, neredeyse 600 bin Alman, Çekoslovakya’yı terk etmek zorunda kaldı. Bunun çok basit bir sebebi vardı; aksi takdirde açlıktan öleceklerdi!
1918’den bu yana yaşanan tüm olaylar, bir şeyi net olarak gösteriyor: Bay Beneş, Alman unsurunu yavaşça ortadan kaldırmaya kararlı.
Ve bir dereceye kadar başarılı da oldu. Sayısız insana eşsiz acılar tattırdı. Milyonlarca insanı korkutmayı ve tedirgin etmeyi başardı. Sürekli bir terör rejimiyle, milyonlarca insanı sindirmeyi başarırken, bu esnada bu devletin ‘uluslararası’ hedefleri de netleşti. Artık, gerekirse, bu ülkenin Almanya’ya karşı kullanılabileceği gerçeğini saklamaya da kalkışmadılar.
Fransız Havacılık Bakanı Pierre Cot, ‘Bu devlete ihtiyacımız var. Çünkü bu ülkenin bir üs olarak kullanılmasıyla, Alman ekonomisi, Alman sanayisi bombardımanla daha rahat tahrip edilebilir’ diyerek, gayet cesur bir şekilde bu arzuyu ifade etti. Şimdi Bolşevizm de bu ülkeyi bir ön cephe olarak kullanıyor. Bolşevizm ile temasımız olmadı; Bolşevizm, Orta Avrupa’ya girmek için bu ülkeyi kullanıyor.
Ve şimdi de konunun en ahlaksız kısmına gelelim. Bir azınlık tarafından yönetilen bu ülke, diğer ülkeleri de, bir gün kendi kardeşleri üzerine ateş açmalarını gerektirecek bir politika üzerinde işbirliği yapmaları için zorluyor. Bay Beneş, Almanlara, ‘Eğer Almanya’ya savaş açarsam, Almanlara ateş açmak göreviniz. Eğer bunu yapmak istemezseniz, ihanet etmiş olursunuz ve sizi vurdururum’ diyor. Aynı şeyi Macarlar ve Polonyalılardan da talep ediyor. Slovaklardan, Slovak halkının çıkarına olmayacak bir davayı savunmalarını istiyor. Slovak halkı sadece barış istiyor, macera değil.
Yine de Bay Beneş, bu insanların ihanet etmesini bir şekilde sağlıyor. Ya kendi halklarına ihanet edecekler, kendi halklarına ateş etmeye hazırlanacaklar ya da Bay Beneş onlara ‘Vatana ihanetten suçlusunuz, bundan dolayı sizi idam ettireceğim’ diyecek. Sadece kokuşmuş, şeytanî ve suçlu bir rejim bunu talep ediyor diye, yabancı kökenlileri muhtemelen kendi halklarına ateş açmaya zorlamaktan daha utanç verici bir şey olabilir mi?
Sizi temin ederim ki, Avusturya’yı işgal ettiğimizde, ilk emrim, hiçbir Çek’in Alman ordusunda askerlik yapmaya zorlanmaması, hatta buna izin verilmemesiydi. Onları kendi vicdanları ile mücadele etmek zorunda bırakmadım.
Yine de Bay Beneş’e muhalefet eden herkesin, ekonomik olarak ipi çekiliyor. Dünyadaki demokrasi havarileri salt yalan söyleyerek bunu gizleyemezler. Bay Beneş’in ülkesindeki koşullar, diğer ulus mensupları söz konusu olduğunda korkunç durumda. Sadece Almanlar adına konuşuyorum.
Tüm Alman toplulukları içerisinde en yüksek ölüm oranı, en düşük doğum oranı ve en şok edici işsizlik oranı Südet Almanlarında. Bu daha ne kadar devam edecek? Yirmi yıldır Çekoslovakya’daki Almanlar ve Reich Cumhuriyeti’ndeki Alman halkı, sadece güçsüz oldukları ve demokrasi dünyasında bu işkencelere karşı kendilerini savunmakta aciz kaldıkları için bu duruma seyirci kalmak zorunda bırakıldılar…
Bay Chamberlain’a, uygun gördüğümüz tek çözümü münasip bir dille anlattım. Dünyadaki en doğal çözüm bu. Değişik ulus topluluklarının bu Bay Beneş ile birlikte olmayı arzulamadıklarını biliyorum. Bununla birlikte sadece Almanların sözcüsüyüm ve sadece Almanlar için konuşuyorum. Prag’daki bu çılgın, bu üç buçuk Almana kolaylıkla zulmedeceğini düşünebilirken, bir kenarda hareketsizce durup bu durumu daha fazla seyretme arzusunda olmadığımı açık bir şekilde dile getirdim.
Ayrıca Alman sabrının tükendiğini de şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya koydum. Art arda gelen provokasyonlar karşısında hoşgörülü ve sabırlı olmak Almanların karakteristik özelliği olmasına rağmen, sabrın tükendiği anın da geldiğini söyledim! Ve nihayet İngiltere ve Fransa, Çekoslovakya’dan tek olası talepte bulundular: Alman toprağını Reich hükümetine bırakmasını.
Bu esnada Bay Beneş’in yaptığı tartışmaların hepsinden de haberdarım. İngiltere ve Fransa’nın, bu ulusların kaderi nihaî aşamada değişmeyecekse artık olaylara Çekoslovakya adına daha fazla müdahale etmeyecekleri şeklindeki açıklamasıyla yüz yüze kalınca, Bay Beneş bir yol buldu. Bu topraklardan vazgeçilmesi gerektiğini kabul etti. Söylediği bu!
Ama ne yaptı? Topraklardan vazgeçmedi, aksine Almanları bu topraklardan sürüyor! İşte oyunun son durağı da burası! Korkunç istatistikî rakamlar geliyor: 10 binle başlayan rakam 214 bine kadar tırmandı. Neredeyse bütün bir bölge nüfustan arındırılıyor…
Şimdi İngiliz hükümetine son Alman teklifiyle birlikte bir memorandum verdim.
Bu memorandum, Bay Beneş’in yerine getirmediği vaatlerden başka bir şey içermiyor. Teklifin özü çok basit: Nüfusu Alman olan ve Almanya’ya katılmak isteyen bölge, Almanya’ya bırakılacak. Tabii ki Bay Beneş’in muhtemelen bir iki milyon Almanı sürmeyi başarmasından sonra değil, hemen şimdi, derhal!
Çekoslovakya’da, uzun zamandır bilinen demografik ve linguistik dağılımdan hareketle adil bir sınır seçtim. Her halükârda Bay Beneş’ten daha adilim. Sahip olduğumuz gücü istismar etmeye niyetim yok. Bundan dolayı başından bu yana nüfusun büyük bir bölümü Alman olduğu için bu toprağın Alman hâkimiyeti altında olması gerektiğini söyledim.
Yine de sınırların nihaî aşamadaki durumunu, orada yaşayan Almanların oyuna bırakacağım! Bu yüzden bu bölgede bir plebisit yapılmasına karar verdim. Böylelikle hiç kimse bu hususta haksızlık yapıldığını söyleyemeyecek…
Bay Chamberlain’a gösterdiği gayretlerden dolayı minnettarım. Alman halkının barıştan başka bir şey istemediği konusunda onu ikna ettim. Bununla birlikte, sabrımızın sınırları zorlandığında geri adım atmayacağımızı da söyledim.
Ona bir konuda daha garanti verdim ve bu garantiyi burada bir kez daha tekrarlıyorum: Bu sorun çözüldüğünde, Avrupa’da artık Almanya için başka bir toprak sorunu olmayacak! Ayrıca Bay Chamberlain’a, Çekoslovak sorunu çözülür çözülmez, diğer bir deyişle Çekler, baskı yoluyla değil barışçıl yöntemlerle diğer azınlıklarına yaklaştıklarında, Çek devleti ile daha fazla ilgilenmeyeceğim konusunda da teminat verdim. Teminatım elinde.
Artık Çek istemiyoruz! Bu arada Alman halkına da, Südet Almanları sorunuyla ilgili olarak sabrımın taştığını söylemek isterim!
Bay Beneş’e, bize yapılacağı garantisini verdiği şeylerin hayata geçirilmesinden başka bir şey içermeyen bir teklif yaptım. Artık karar onun! Savaş ya da barış! Ya bu teklifi kabul eder ve sonuç olarak Almanlara bağımsızlıklarını verir ya da biz gelir kendimiz alırız! Dünya bilmelidir ki, dört buçuk yıllık savaş ve uzun politik kariyerim süresince, kimsenin beni itham edemeyeceği bir şey var.
Asla bir korkak olmadım! Şimdi halkımın ilk askerî olarak en öne geçiyorum. Dünya bilsin ki, bu kez arkamda 1918’den çok farklı bir halk var! O zaman kerameti kendinden menkul bir âlim, demokratik söylemleriyle halkımızı zehirlemeyi başarmış olsa da, bugün arkamda duran halk, o halk değildir. İğne sokması gibi gelir bize bu tür şeyler. Artık canımızı acıtamazlar, bağışıklık kazandık!
Şu andan itibaren tüm Alman halkı arkamda birleşecektir. İrademin, iradeleri olduğunu hissedecekler. Bana harekete geçme yetkisini veren, halkımın geleceği ve kaderidir. Şimdi sizden, sevgili Alman halkımdan, arkamda saf tutmanızı istiyorum! Şimdi tek istediğimiz, her zorluktan ve tehlikeden daha kuvvetli olacak ortak bir irade oluşturmaktır. Eğer irademiz, bu zorluklar ve tehlikelerden daha kuvvetli olursa, gün gelir onları da yener.
Biz kararımızı verdik! Şimdi de Bay Beneş versin!”
26 Eylül 1938
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder